Şampiyonlar Ligi, 2019-2020 sezonu, ilk iç
saha maçı. Rakip PSG. Eksikleri ile PSG. Türk Telekom Arena’da Şampiyonlar Ligi
Müziği ile diziliyor Galatasaray, tribündekilerin ayrı, ekran başındakilerin
ayrı, tüyleri diken diken. Heyecan
muazzam.
Atmosfer efsane. Herkesin kalbinde bir heyecan; ancak mantık
bu heyecana pek de katılamıyor. Çünkü
sahaya çıkan Galatasaray onbiri,
defansif güveni elde tutmaya çalışacağım, gerisine de bakacağız der gibi.
Aslında belki de Galatasaray için maçın adamı (hiç sürpriz değil) Muslera oldu desem, maç hakkında üç
aşağı beş yukarı herkesin kafasında bir fikir oluşacaktır. Muslera olmasa, bu maç rahatlıkla 3-0
bitebilecek nitelikteydi.
Doğrusunu söylemek gerekirse, anormal yaratıcı
ve hızlı oynayan bir PSG’ye karşı Fatih
Terim çok doğru bir hareket ile defans bloğunu üçledi. Luyindama ve Marcao’nun arasına adeta bir
emniyet sübabı gibi, Donk’u yerleştirdi.
Son maçlarda hep dengesiz hareketleri ve her an tehlikeye sebep
olabilecek oyunları ile Marcao Luyindama ikilisi çok tepki çekiyordu.
Ancak
PSG, buna rağmen Galatasaray’a adeta futbol dersi verdi! Nasıl futbol oynanır
dersi. Saha içindeki dağılım, paslaşma, boşa çıkma, dikine oynama. Bunların hepsi PSG’de hayli hayli vardı. Defansın arkasına o dakar çok top attılar ki
ben sayamadım. Olağanüstü isabetli
paslar bir de. O yüzden PSG’nin
pozisyonlar bulması şaşırtıcı değil, tabii kalemizde Muslera gibi bir dev eldiven
olması bizim ne kadar şanslı olduğumuzu her pozisyonda hatırlattı.
Bugün
Orta Sahamızda Nzonzi ve Seri ikilisini çok beğendim. Paslaşmaları, oyunu okumaları, koşuları,
dikine oynama çalışmaları, topu zor kaybetmeleri. Takdire şayandı. Ancak diyorum ya, karşında PSG gibi bir takım
var, ve bu takıma karşı 11 de 11 aksamadan oynamalı.
Nzonzi ve Seri’ye rağmen, orta sahada hala bir
beynimiz yok. Belhanda yetersiz ve bunun
farkına vardığında aşırı agresif olabiliyor.
Hakem bugün kendisine en azından bir sarı kart vermediyse çok ama çok
şanslı. Maskeden sonra, agresifliği ile
baya Hannibal Lecter’a döndü. Bir
ısırmadığı kaldı.
İkinci yarı Belhanda’nın yerine oyuna giren
Feghouli’de çok etki yaratamadı.
Belhanda
gibi, Feghouli gibi oyunculardan bir tık extra’yı bekliyorsunuz aslında. O yetenek var. Bir doğru
çalım, bir doğru ara pas, bir doğru şut.
Ama bu sene ikisinde de bunların hiçbiri henüz yok. Tabi bu gözler bir Hagi izledi, bir Sneijder
seyretti, bir Tugay Kerimoğlu’nun Manchester United peformansı ile büyüdü ve
büyülendi. Orta saha’da orada oynayan
bir futbolcudan da doğal olarak beklentimiz büyük.
Ya bu ikili kendine gelecek, ya da ligin devre arasında bizim acilen 10
numarada iyi oynayacak bir futbolcu bulmamız lazım; veya oraya eldeki
kadrodan birilerini monte etmek.
Bir ayrı paragraf ta Beklerimiz için açmak
istiyorum. Nagatomo ve Mariano.
Ne oldu size? Nasıl ki masalda Sindirella’nın
bütün güzel eşyaları gece yarısında “puf” ortadan kayboluyordu; bu ikilinin de
kolektif olarak orta yapma kabiliyeti sanki bir anda kayboluverdi. Yoksa Linnes’in
mi ahını aldılar bilemiyorum. Ama bu
ikilinin en az birinin yerinde Linnes oynasa çok daha faydalı olurdu diye
düşünüyorum.
Orta
Sahadan yeterince besleyemiyorsun.
Kanatların tavuk kanadı gibi, varlar mı, varlar; ama uçmana faydası
yoklar. Bu durumda sen Falcao olsan nasıl
gol atacaksın?
Aaa evet, forvetimizde hakikaten Falcao var!!
Sen bu adamı bes-le-ye-mi-yor-suuuuun..
Uzun
zamanın en gol kısırı Galatasaray’ını izliyoruz; ve şaka gibi, forvetin
Falcao! Bunda Falcao’nun suçu yok.
Babel yırtınıyor, çabalıyor ama tek başına
yetmiyor. İkinci yarı oyuna giren Andone, işte, girmese daha iyiydi dedirtecek
cinsten. Keşke Emre Mor’u alsaydı hoca oyuna. Net dikine oynayan, ayağında top tutabilen,
çalım atabilen, adam geçebilen ender oyuncumuz.
Çok daha faydalı olurdu.
Orta Sahamızın oyun kurma aciziyeti o kadar
belirgin ki; oyunun özellikle bazı bölümlerinde gol bulmak için özlediğimiz, ve aslında beklediğimiz bir
Galatasaray geleneği olan Galatasaray forvet ve orta saha hattının yoğun
presini gördük. Zaman zaman.
Orta
saha gol attırtamayacak madem, biz de presle hataya zorlayalım da pozisyon
olsun düşüncesi vardı.
Yediğimiz golden birkaç pozisyon önce Seri’ye
yapılan faul’un verilmemesi talihsizlik, ancak O gol olmasa, PSG mutlaka golü
bulurdu.
Şansımıza PSG’nin golden sonra oyunu biraz
rölantiye alması, bizim de biraz futbol oynamamıza izin verdi. Ancak yetersiz
dokunuşlar, güzel ama sonuca ulaşamayan dikine paslaşmalar, güzel ikili
mücadeleler izledik. Fakat golün gelemeyeceği daha o ilk başlama
vuruşundan belli idi.
Net
kalite farkı vardı iki takımda.
Özellikle oyun kalitesi farkı.
Şampiyonlar Liginde, evinde puan kaybetmemen lazım. Hatta farkı yaratacak puanları evinde kazanman lazım. Ancak Marie Antoinette’in o meşhur lafından yola çıkarak; bugün Galatasaray ne Ekmek yiyebildi, ne de Pasta.
YORUMLAR